22 Mart 2020 Pazar

Geride Kalan

 

Terk edildim. Sarmaşıklar sardı gövdemi büsbütün. Kapıma bir asma kilit takıldı fakat kırıldı çoktan penceremdeki camlar. Soğuk her gecenin zifirisinde rüzgar doldu odalarıma. Aralık kalan kapılarım bir ileri bir geri yaptı bütün kış, titredi menteşeleri yağlanmalı, tıpkı soğuktan dişleri birbirine vuran evsiz bir ihtiyar gibi. Evet, yaşlanmıştım artık yahut eskimiştim. İnsanlar öyle söylerler, cansız diye niteledikleri şeylere.

            Geride bırakıldım, insanlarım tarafından. Bir insanın bir insanı terk etmesi ne kadar acı veriyorsa geride kalana, o kadar acıdı döşemelerim. Hem bir insanı insan yapan şey hatıraları değil midir yahut bir insanın yaşadığına en büyük kanıt? Hatıralarım var benim de. Yatak odasındaki paslı karyola, mutfakta yıllardır yanmayan içi ağ tutmuş bir kuzine, oturma odasında yerde el dokuması kendisinden vazgeçilmiş bir kilim ve elbette dalları çatıma ulaşan bir çam ağacı, sevgilim.

Unutuldum sanırım. Yıllardır kimse uğramaz oldu, hatta geçmez oldu önümdeki toprak yoldan. İlk zamanlar geçerken insanlar ‘’aa güzelim evi bırakıp gittiler, şehre.’’ ‘’daha dönmezler.’’ ‘’hem dönüp de ne yapacaklar, buralar artık bitmiş.’’ Hiçbir zaman inanmadım bu safsatalara. Sonraları çirkinleştim, çocuklar benim için perili, cinli, büyülü ev diyerek toprak yolun bana uzak tarafından geçtiler. Hatta zaman zaman aralarından cesaretli olanları taşladılar beni. Acıdı döşemelerim, kırıldı pencerelerim ama hiçbir zaman terk edildiğim zamanki kadar acımadı ve kırılmadı kalbim.

Ama umudum var benim. Ormanda ağaçların arasından geçen rüzgarın uğultusuna, uzaktan gelen ağaç motoru sesleri eşlik ediyor. Sert geçen kışın yıktığı ağaçları kesiyor baba oğul belli ki; köyün ender sakinlerinden. Uzaktan da olsa insanı hatırlatan sesler duymak hoşuma gidiyor. Hatıralarım canlanıyor. Umut doluyorum…

Hişşşt… Sessiz olun. Toprak yolda birisi yürüyor. Siyahlar içinde bir genç, kendinden içerü… Kahverengi botları akşam ki yağmurdan mütevellit çamurlu biraz. Boynunda asılı kamerası, bana doğru yürüyor. Görüyor sarmaşık sarmış cemalimi. Aşık diyor belki benim için, üstelik terk edilmiş. Bir süre seyrediyor büsbütün bedenimi, bahçemi. Işığı hesap ediyor belki, belki de kendisini arıyor yıllardır kimsenin geçmediği bu dağ başında. Kamerasının deklanşörüne basıyor birkaç kez ve bir süre daha seyrettikten sonra devam ediyor toprak yoldan. Giderken ardına bakıyor yer yer, gözden kayboluncaya dek. O zaman anlıyorum beni neden fotoğrafladığını.

            Bu dağ başında siyahlar içinde bir genç kendisini buluyor bende. Bir daha gelemeyecek olsa dahi yer yer bakıyor geride kalandan tarafa. Her ne kadar terk etmeye mecbur olsa da beni, anlıyor geride kalanın halinden. Bir hatıra götürürken yanında, bende de bir hatıra bırakıyor, fark etmeden. O gidiyor yoluna, ben ise bekliyorum. Uzaktan gelen ağaç motorunun sesi susuyor, yalnızlaşıyor uğuldayan rüzgar doluyor odalarıma pencerelerimden. En sonunda güneş çekiyor parmaklarını tahtadan bedenimden ve siyahlar içinde kalıyor tüm orman.

Fotograf: Oguzhan Karahasan

1 Mart 2020 Pazar

Üsküdar'da Sahildeyim

 

Üsküdar’da sahildeyim. Kız kulesi az ilerimde. Rüzgâr çok şiddetli esiyor, üşüyorum. Kimseler yok, normalin aksine. Simitçil martılar, yalnız banklar, metalik arabalar ve boynuma asılı kameramla ben hariç. Hava yağacak belli, bir şeye tepesi atmış. Vapur seferleri tehlikede. Belki de son seferleri bilinmez birkaç tane var denizin üstünde. Kimi kalkmak üzereyken Eminönü’nden, kimisi ise varmak üzere Eminönü’ne. Varmak üzere vapurun ardına takılmışken farkına varıyorum. Şehrin ışıkları henüz yanmış, saat altıya on var.

Süleymaniye kurulmuş yine tepesine,

Uçuşuyor kubbesinde rüzgâra karşı kuşlar

Ve minareleri yükseliyor gökyüzüne

Ardında kendine has bir kızıliyet var.

Üsküdar’da sahildeyim. Şehrin sesi yükseliyor karşıdan. Kimileri işlerinden çıkmış evlerine gidiyor, kimisi gezmeye gelmiş köprü altında balık ekmek yiyor, kimisi ise çoktan emekli olmuş, Galata’da balık tutuyor. Kimisi de aylaklık yapıyor efendim, buyrun karşınızdayım. Velhasıl, görüyorum tam Süleymaniye’nin ardında bir kızıllık. Ne güzel! Dayıyorum gözümü boynumdaki kameramın vizörüne ve pattadak basıyorum deklanşöre.

Sonra bir daha basıyorum… bir daha, bir daha derken… Birden çok fotoğrafım oluyor. Bu sırada kayboluyor gökyüzünden kızıllık ve karanlığa bürünüyor gökyüzü şehrin ışıkları izin verdiğince. Oturuyorum yalnız banklardan birine, bakıyorum fotoğraflara. Her biri bir an diyorum kendime. Yaşadığıma, gördüğüme bir kanıt adeta; her biri başka bir anlamı taşıyor sanki. O göğe yayılan kızıllık bir an umuda açılan bir kapı oluyor, bir an ise kundaklanmış bir evin yanışını haber veriyor. Yahut Süleymaniye’nin kubbesinde uçuşan kuşlar bir an tebessüme vesile olan simitçil martılar olurken, bir an ise kokuşmuşluğun peşinde ve ölümü gözleyen akbabalar oluveriyor. Ve bir an renkler daha civelekken bir an ise daha soluk ve soğuk oluveriyor.

İşte böyle efendiler, Üsküdar’da sahildeyim. Saat çoktan yediyi geçmiş. Eminönü’ne gidecek vapur henüz iskeleye yanaşıyor. Ve gökyüzünden birkaç damla düşerken, kararsız kalıyorum yaşamı büsbütün düşünürken. Rüzgar şiddetini arttırıyor; yanaklarımda kızıliyet, üşüyorum.

Fotograf: Oguzhan Karahasan