Terk edildim. Sarmaşıklar sardı gövdemi büsbütün. Kapıma bir asma kilit takıldı fakat kırıldı çoktan penceremdeki camlar. Soğuk her gecenin zifirisinde rüzgar doldu odalarıma. Aralık kalan kapılarım bir ileri bir geri yaptı bütün kış, titredi menteşeleri yağlanmalı, tıpkı soğuktan dişleri birbirine vuran evsiz bir ihtiyar gibi. Evet, yaşlanmıştım artık yahut eskimiştim. İnsanlar öyle söylerler, cansız diye niteledikleri şeylere.
Geride bırakıldım, insanlarım tarafından. Bir insanın bir insanı terk etmesi ne kadar acı veriyorsa geride kalana, o kadar acıdı döşemelerim. Hem bir insanı insan yapan şey hatıraları değil midir yahut bir insanın yaşadığına en büyük kanıt? Hatıralarım var benim de. Yatak odasındaki paslı karyola, mutfakta yıllardır yanmayan içi ağ tutmuş bir kuzine, oturma odasında yerde el dokuması kendisinden vazgeçilmiş bir kilim ve elbette dalları çatıma ulaşan bir çam ağacı, sevgilim.
Unutuldum sanırım. Yıllardır kimse uğramaz oldu, hatta geçmez oldu önümdeki toprak yoldan. İlk zamanlar geçerken insanlar ‘’aa güzelim evi bırakıp gittiler, şehre.’’ ‘’daha dönmezler.’’ ‘’hem dönüp de ne yapacaklar, buralar artık bitmiş.’’ Hiçbir zaman inanmadım bu safsatalara. Sonraları çirkinleştim, çocuklar benim için perili, cinli, büyülü ev diyerek toprak yolun bana uzak tarafından geçtiler. Hatta zaman zaman aralarından cesaretli olanları taşladılar beni. Acıdı döşemelerim, kırıldı pencerelerim ama hiçbir zaman terk edildiğim zamanki kadar acımadı ve kırılmadı kalbim.
Ama umudum var benim. Ormanda ağaçların arasından geçen rüzgarın uğultusuna, uzaktan gelen ağaç motoru sesleri eşlik ediyor. Sert geçen kışın yıktığı ağaçları kesiyor baba oğul belli ki; köyün ender sakinlerinden. Uzaktan da olsa insanı hatırlatan sesler duymak hoşuma gidiyor. Hatıralarım canlanıyor. Umut doluyorum…
Hişşşt… Sessiz olun. Toprak yolda birisi yürüyor. Siyahlar içinde bir genç, kendinden içerü… Kahverengi botları akşam ki yağmurdan mütevellit çamurlu biraz. Boynunda asılı kamerası, bana doğru yürüyor. Görüyor sarmaşık sarmış cemalimi. Aşık diyor belki benim için, üstelik terk edilmiş. Bir süre seyrediyor büsbütün bedenimi, bahçemi. Işığı hesap ediyor belki, belki de kendisini arıyor yıllardır kimsenin geçmediği bu dağ başında. Kamerasının deklanşörüne basıyor birkaç kez ve bir süre daha seyrettikten sonra devam ediyor toprak yoldan. Giderken ardına bakıyor yer yer, gözden kayboluncaya dek. O zaman anlıyorum beni neden fotoğrafladığını.
Bu
dağ başında siyahlar içinde bir genç kendisini buluyor bende. Bir daha gelemeyecek
olsa dahi yer yer bakıyor geride kalandan tarafa. Her ne kadar terk etmeye
mecbur olsa da beni, anlıyor geride kalanın halinden. Bir hatıra götürürken
yanında, bende de bir hatıra bırakıyor, fark etmeden. O gidiyor yoluna, ben ise
bekliyorum. Uzaktan gelen ağaç motorunun sesi susuyor, yalnızlaşıyor uğuldayan
rüzgar doluyor odalarıma pencerelerimden. En sonunda güneş çekiyor parmaklarını
tahtadan bedenimden ve siyahlar içinde kalıyor tüm orman.
Fotograf: Oguzhan Karahasan