Tıss. Tramvayın
kapıları açıldı. Kalabalığın içerisinden yeşil parkalı bir kız indi evvela,
ardından işinden, okulundan dönen birkaç kişi ve son olarak kulağında beyazı sararmış
kablolu kulaklıkları olan, siyah paltosunun düğmeleri boğazını kapatacak kadar
iliklenmiş, iki eli paltosunun ceplerinde biri. Belki sonrasında başkaları da inmiş
olabilirdi ancak dönüp arkasına bakmadı. Turnikeden geçip yürüyen merdivene
adımını attığında kulağındaki şarkı birden epikleşti. Zaman yürüyen merdivenin
hızına denk, gıcırdayarak akmaya başladı adeta. Basamaklar yükseldikçe çoktan
kararmış gök kendisini gösterdi. Buna karşın şehrin ışıkları karanlığından
çalıyordu gecenin. Yeşil bir şey ilişti
bu manzaranın önüne. Tramvaydan ilk inen kız kendisini hatırlattı, siyah
paltoluya. Tanışmıyorlardı. Daha önce iş dönüşlerinde birkaç kez aynı vagona
denk düşmüş, bu denk düşüşlerde ise sanki evvelden bir yerde karşılaşmışlarcasına
bir hisle bakışmışlardı; o kadar.
Yeşil Parka,
yürüyen merdivenden adımını yeryüzüne atıp sola döndü. Sırtı dönüktü. Siyah
Palto, bir anda yeşil parkalının yüzünü unutur gibi oldu. Sonra bir şey hatırlamışçasına
‘’gözleri’’ diye fısıldadı. Kendine geldi. Nerede olduğunu hatırladı. Söylediği
şeyi kimse duymuş muydu? Önüne baktı ardından daha ileriye. Yürüyen merdivenden
biri indi. Sonra biri daha ve biri daha… Sıra kendisindeydi. O da yürüyen
merdivenden inip sola döndü. Bu hareketle birlikte kulağındaki şarkı da epikliğini
yitirdi. Yeşil Parka’nın yanındaydı. Karşı kaldırıma geçmek için ışığın
yanmasını bekliyorlardı. Bekliyordu. Daha doğrusu ikisi ayrı ayrı bekliyordu.
Yoksa bekliyorlar gibi bir durum söz konusu değildi. Ne yazık… Siyah Palto,
ellerini cebinden çıkarıp iki yanına koydu. Sol eli Yeşil Parka’nın elinin
hemen yanındaydı. Gerildi. Dönüp yüzüne bakmak istedi, yapamadı. Kocaman
gözleri vardı. Öyle ki bakmasını bilen herhangi biri mahşeri bir kalabalık
içerisinde olsa dahi bu gözleri kolaylıkla fark edip kendisini cümbüşi bir yalnızlığa
sürükleyebilirdi. İtiraf etmek gerekirse bu dumanlı şehirde iki karanlık arası
çalıştığı işinden evine dönerken hatırında kalan tek şeydi o gözler.
Kırmızı…
Arabalar geçiyordu. Kırmızı… Arabalar geçiyordu. Kırmızı… Bir motosiklet
yavaşlayıp durdu. Yeşil… Parka yürüdü. Ardından Palto. Yeşil parka karşı
kaldırıma geçip caddenin aşağısına doğru yürümeye başladı. Siyah palto ise
caddenin yukarısına doğru yöneldi, az sonra ise durdu. Gözlerini yumdu ve
caddenin aşağısını bir çift kocaman gözden görmeye başladı. Ne güzel bakıyordu…
Bir an ardına dönüp baktı. Siyah palto kendisini kocaman gözlerden gördü.
Gözlerini araladı. Ardına dönmek için hareketlenecekti ki vazgeçti. Bakışlar
kesişmedi. Bir şeyi hatırlar gibi oldu. Olacak olanı… Yaşayacağı şeyin zaruri
bir şey mi yoksa bir ihtimal mi olduğundan emin değildi. Ancak ne zaman böyle
bir ikilemde kalsa daha çok annesinden duyduğu ‘’Olacak olan olur ve muhakkak
olmalıdır.’’ söylemi aklına gelirdi. Bu sebeple olacak olana doğru hareketlendi,
yaşanacakların önüne geçebilecek tek ihtimalin aksi yönünde.
Hayat çoktan
seçmeli ihtimallerin gerçekleşmesi ile anlam kazanan bir şeydir. Peki ya ihtimalleri
gerçekleştiren seçeneklerdense gerçekleşmesi mümkün olmayan ihtimalleri
gerçekleştirmesi için bel bağlanan seçenekler hayatın neresindedir? Mesela İstiklal
Caddesi’nde bulunan biri, görmeyi çokça arzuladığı kişinin de o civarda
olduğunu biliyorsa aklında hemen bir karşılaşma ihtimali belirir. Peki bu kişi bu
ihtimali gerçekleştirmek için hangi seçeneği tercih etmelidir? Yavaş mı
yürümelidir yoksa hızlanmalı mı? Postacılar Sokağına mı sapmalı yoksa
Şişhane’ye doğru yürümeye devam mı etmeli? Yahut bir dükkânın önünde bir sigara
yakıp dikilmeli mi saatlerce? İşte burada bu seçenekler arasında tercih
edilenden ziyade tercih edilmeyenin pişmanlığı yaşanır. Çünkü şiddetli bir
şekilde arzulanan şey mevzubahisse yalnız başınadır insan. Ki böyle bir durumda
hayatın dinamiklerinin de arzulanan şeyin gerçekleşmesi doğrultusunda
çalıştığını kimse iddia edemez mutlu sonla biten filmler dışında. Yani
gerçekleşmesi imkânsız olan bir ihtimalin peşinde tercih edilen seçenek
önemsizdir. Çünkü tercih edilen herhangi bir seçenek asla bir ihtimali
gerçekleştirmez aksine keşkelerle helak eder insanı. Yani neyi tercih ederse
etsin denk düşmez karşılaşmayı arzuladığı şeyle yahut kişiyle. İşte bu noktada
hayat asla gerçekleşmeyecek ihtimallerin peşinde insanı seçeneksiz bırakan manasız
bir şeydir aslında.
Siyah Palto,
cadde boyunca yukarıya doğru yürüyordu. Havada bir is kokusu vardı. Dükkanların
önünden yürümeye devam ediyordu. Tek tük yanan elektronik tabelalar haricinde
çoğu dükkân karanlığa teslim edilmişti. Ki kapanmayan dükkanlarda ise gün sonu
temizliği yapılıyordu. Ne kadar değişmişti her şey. Dükkanlar, tabelalar,
otobüs durakları, kaldırım taşları, çöp konteynerleri… Zaman çoğu şeyi alıp
götürürken yeni birçok şeyi ise aldıklarının yerine bırakmıştı. Ve bu yeniliklerin
insanda yarattığı şey geçmişe özlemden başka bir şey değildi. Bu duygu ile
doluydu insanlar. Geçmişlerine dair çok az şey hatırlayanlar dahil. O da bu insanlardan
biriydi. Buraları çok iyi bilirdi. Çocukluğu geçmişti buralarda. Yürümekte olduğu
bu kaldırımda ilk parasını kazandı yaz tatillerinde su satarak, mahalleden
arkadaşı Gürkan ile bu kaldırımdan okula yürüdü, bu kaldırımda gördü ilk kez
yan sokakta oturan saçları balıksırtı örgülü Derya’yı…
Neredeyse varmıştı caddeden kendi evinin
bulunduğu sokağa dönmesi gereken yere. Bir seyyar kokoreç arabası vardı sokağın
başında. İs kokusu da bu seyyar arabadan geliyordu. Ne zaman işten dönse hep
orada olurdu bu kokoreççi. Ne bir santim ilerde ne de geride. Arabanın üstünde
kırmızı harflerle ‘’Öç Kokoreç’’ yazıyordu. Tezgâhı ve arabayı bekleyen kırık
beyaz bereli adamın yüzünü aydınlatan lüks lamba yerli yerindeydi, araba dumana
boğulmuştu fakat arabaya yaklaştıkça aşina olduğu bu şeylerin aksine birtakım
farklılıkların olduğunu gördü. Seyyar kokoreç arabası genelde olması gerekenin
aksine yola yamuk park edilmişti. Biraz daha yaklaşınca seyyar kokoreç
arabasının başında duran adamın da olması gerekenden farklı olduğunu fark etti.
Bir kere beresi kırık beyaz değil kahverengimsiydi. Aslında çok benziyorlardı
ancak lüks lambanın aydınlattığı yüz kırık beyaz bereli adama göre daha genç ve
diriydi. Öyle ki delikanlı olarak adlandırılabilirdi. Delikanlı kendisini bu
kadar detaylı bir şekilde süzen adamı fark etti ve Siyah Palto, arabanın
yanından geçerken ‘’Abi çok iyi kokoreçim var.’’ diyerek ona sataştı. Adam
delikanlının kendisini fark ettiğini görünce kafasını önüne çevirip adımlarını
sıklaştırdı. ‘’Abi be, siftah senden bereketi Allahtan olsun.’’ Adımlarını
sıklaştıran adam delikanlının kendisine bir şeyler söylemeye devam ettiğini
duyunca kulağında çalan şarkının sesini biraz daha yükseltti ve nihayet evinin
bulunduğu sokağa döndü.
Kimdi bu
delikanlı? Esas kokoreççinin oğlu mu? Peki esas kokoreççiye ne olmuştu?
Hastalanmış mıydı? Muhtemelen. Babasından sonra evin en büyük erkek çocuğu
olduğu için iş bu delikanlıya kalmıştı belli. Üniversitedeydi muhtemelen yahut
bir lisenin son sınıfında hukuk kazanmak için çabalıyordu. Adil değildi hayır.
Bu delikanlı şu an sınavına odaklanmalıydı. Peki ya ailesi? Ailesi ne olacaktı?
Babası hastaydı. Annesi zengin bir ailenin şımarık veledine bakıcılık yapmak
zorundaydı. Evde henüz okula başlamamış ikiz kardeşleri vardı. Neyse ki
babaannesi hayattaydı da onlara bakıyordu. Yoksa annesi nasıl çalışsındı…
Çalışmak. Evet Siyah Palto da çalışıyordu. İdealist davranarak tercih ettiği
üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre iş bulamayıp depresyona girmiş, bir
akrabasının ‘’Sen sınava gir, biz senin işini hallederiz.’’ demesiyle ailesinin
de baskısıyla idealistliği bir kenara bırakıp, ki bu böyle aşağılık bir duruma
düşmesinde esas sorumlunun kendisi olmadığı anlamına gelmez, yoluna bakmıştı.
Sınavda o kadar da başarılı olmamasına rağmen mevzubahis akraba hakikaten işini
çözmüş, vergi dairesinde memur olmasına vesile olmuştu. İlk başlarda ara ara
tuvalete gidip zeminin pis oluşuna aldırmadan klozetin karşısında diz çökmüş,
kapağının kenarlarında kurumaya yüz tutmuş sidik damlalarını umursamadan
klozete tutunmuş ve kafasını pis kokulu klozetin içine sokarak kusmuştu. Ne var
ki zamanla bu iğrenç durumu ‘’olacağı varmış ki oldu, olacağı olmasaydı
olmazdı.’’ diyerekten normalleştirmiş ve aldığı maaşa bakarak evinden işine
işinden evine giden biri olmuştu. Zaman içerisinde annesi, babası ile
mevzubahis akrabası ölmüş, ki muhtemelen akrabasının bu işi hallederken araya
soktuğu ulvi kişilik de artık onlarla aynı yerdeydi, nihayette Siyah Palto bu
gerçeklikle baş başa kalmıştı. Ha bu arada Siyah Palto, ömrü boyunca hiç
kokoreç yemedi. Çünkü daha önce içinden bok geçen bir şeyin ne kadar temizlense
de iflah olmayacağını düşünüyordu.
Evinin bulunduğu
sokaktaydı. Daha önce bu eski apartman dairesinde annesi ve babasıyla
yaşıyordu. Kardeşi yoktu. Babası ile annesini işe girdikten iki yıl sonra bir
trafik kazasında kaybetmişti. O günden sonra işine daha bir sarılmış; evde
televizyon açmamış, cep telefonunu kullanmaz olmuş, gerekmedikçe kimseyle
konuşmamıştı. Evine yaklaşıyordu. Olacak olana ise evinden daha yakındı. Bir
anda yolun ortasında durdu. Ellerini cebinden çıkarma isteği duydu ve çıkardı.
Elleri uzun zamandır cebinde olmasına rağmen soğuktu. Kulaklıkta Aşık
Reyhani’den Yenik Pehlivan çalmaya başladı. Sağında solunda apartmanlar vardı.
Sağda olan apartmanlardan birini yıkmışlardı. O tarafa doğru döndü. Eskiden binanın
olduğu yerde molozlar yığılmış ve bu yığının üstüne bir iş makinesi park
etmişti. Yandaki binanın duvarında yıkılmış binadan kalan mavi renkte bir duvar
boyası, bir banyonun beyaz fayansları ve gömme dolabın çürümüş tahta
çerçeveleri vardı. Sokakta birçok bina yıkılıp yeniden yapılmıştı. Şu an yeni
binaların olduğu yerlerde olan eski apartmanları anımsadı. En altta bir bakkal peyda oldu, yukarıdan
içinde bir miktar para olan hasır bir sepet sarkıtıldı, birkaç çocuk plastik
bir topu kovaladı, iki çocuk bir ipi iki ucundan tuttu, iki teyze apartmanın
kapısı önündeki merdivenlere kuruldu, yaşlı bir amca sokaktaki çocuklara
bağırdı… Bu esnada aşağıdan dörtlüleri yanan 96 model bir Kartal SLX sokağa
girdi. Siyah Palto hızla yaklaşan aracı fark etmedi. Belki de aldırmadı.
Yaklaşıyordu… Yaşanmışlıklar. Yaklaşıyordu… İyi veya kötü. Yaklaşıy…Ve olacak
olan… Ha bu arada Siyah Palto hayatında ilk kez Aşık Reyhani dinliyordu.
Hasta olduğu
için bir süreliğine babasının kokoreç arabası ile işe çıkan delikanlı, yarım
ekmek kokoreci bir gazete kağıdına sarıp müşteriye uzattı. Müşteri yarım
ekmekten bir ısırık aldı ve lokmasını çiğnerken ekmeğinin sarılı olduğu gazete
kağıdındaki bir haberi okumaya başladı:
‘’…eşini doğuma
yetiştirmeye çalışan Vahdet M. (24) ‘nin kontrolündeki araç İstanbul Bayrampaşa
Kızılırmak Sokak’ta evine gitmekte olan kimliği belirsiz şahsa çarptı. Olayda hayatını
kaybeden Vahdet M. İle kimliği belirsiz kişinin bedenleri kaza yerinin yaklaşık
20 metre ilerisinde bulundu. Olayda ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Saadet
M. (23) ise tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Hayatta olduğu belirlenen anne karnındaki
bebek ise ameliyatla alındı. Bebeğin durumunun iyi olduğu ve gözetim altında
tutulduğu öğrenildi.’’
