18 Ocak 2025 Cumartesi

Bir Doğuma Tesir Eden Ölüm

 


Tıss. Tramvayın kapıları açıldı. Kalabalığın içerisinden yeşil parkalı bir kız indi evvela, ardından işinden, okulundan dönen birkaç kişi ve son olarak kulağında beyazı sararmış kablolu kulaklıkları olan, siyah paltosunun düğmeleri boğazını kapatacak kadar iliklenmiş, iki eli paltosunun ceplerinde biri. Belki sonrasında başkaları da inmiş olabilirdi ancak dönüp arkasına bakmadı. Turnikeden geçip yürüyen merdivene adımını attığında kulağındaki şarkı birden epikleşti. Zaman yürüyen merdivenin hızına denk, gıcırdayarak akmaya başladı adeta. Basamaklar yükseldikçe çoktan kararmış gök kendisini gösterdi. Buna karşın şehrin ışıkları karanlığından çalıyordu gecenin.  Yeşil bir şey ilişti bu manzaranın önüne. Tramvaydan ilk inen kız kendisini hatırlattı, siyah paltoluya. Tanışmıyorlardı. Daha önce iş dönüşlerinde birkaç kez aynı vagona denk düşmüş, bu denk düşüşlerde ise sanki evvelden bir yerde karşılaşmışlarcasına bir hisle bakışmışlardı; o kadar.

 

Yeşil Parka, yürüyen merdivenden adımını yeryüzüne atıp sola döndü. Sırtı dönüktü. Siyah Palto, bir anda yeşil parkalının yüzünü unutur gibi oldu. Sonra bir şey hatırlamışçasına ‘’gözleri’’ diye fısıldadı. Kendine geldi. Nerede olduğunu hatırladı. Söylediği şeyi kimse duymuş muydu? Önüne baktı ardından daha ileriye. Yürüyen merdivenden biri indi. Sonra biri daha ve biri daha… Sıra kendisindeydi. O da yürüyen merdivenden inip sola döndü. Bu hareketle birlikte kulağındaki şarkı da epikliğini yitirdi. Yeşil Parka’nın yanındaydı. Karşı kaldırıma geçmek için ışığın yanmasını bekliyorlardı. Bekliyordu. Daha doğrusu ikisi ayrı ayrı bekliyordu. Yoksa bekliyorlar gibi bir durum söz konusu değildi. Ne yazık… Siyah Palto, ellerini cebinden çıkarıp iki yanına koydu. Sol eli Yeşil Parka’nın elinin hemen yanındaydı. Gerildi. Dönüp yüzüne bakmak istedi, yapamadı. Kocaman gözleri vardı. Öyle ki bakmasını bilen herhangi biri mahşeri bir kalabalık içerisinde olsa dahi bu gözleri kolaylıkla fark edip kendisini cümbüşi bir yalnızlığa sürükleyebilirdi. İtiraf etmek gerekirse bu dumanlı şehirde iki karanlık arası çalıştığı işinden evine dönerken hatırında kalan tek şeydi o gözler.

 

Kırmızı… Arabalar geçiyordu. Kırmızı… Arabalar geçiyordu. Kırmızı… Bir motosiklet yavaşlayıp durdu. Yeşil… Parka yürüdü. Ardından Palto. Yeşil parka karşı kaldırıma geçip caddenin aşağısına doğru yürümeye başladı. Siyah palto ise caddenin yukarısına doğru yöneldi, az sonra ise durdu. Gözlerini yumdu ve caddenin aşağısını bir çift kocaman gözden görmeye başladı. Ne güzel bakıyordu… Bir an ardına dönüp baktı. Siyah palto kendisini kocaman gözlerden gördü. Gözlerini araladı. Ardına dönmek için hareketlenecekti ki vazgeçti. Bakışlar kesişmedi. Bir şeyi hatırlar gibi oldu. Olacak olanı… Yaşayacağı şeyin zaruri bir şey mi yoksa bir ihtimal mi olduğundan emin değildi. Ancak ne zaman böyle bir ikilemde kalsa daha çok annesinden duyduğu ‘’Olacak olan olur ve muhakkak olmalıdır.’’ söylemi aklına gelirdi. Bu sebeple olacak olana doğru hareketlendi, yaşanacakların önüne geçebilecek tek ihtimalin aksi yönünde.

 

Hayat çoktan seçmeli ihtimallerin gerçekleşmesi ile anlam kazanan bir şeydir. Peki ya ihtimalleri gerçekleştiren seçeneklerdense gerçekleşmesi mümkün olmayan ihtimalleri gerçekleştirmesi için bel bağlanan seçenekler hayatın neresindedir? Mesela İstiklal Caddesi’nde bulunan biri, görmeyi çokça arzuladığı kişinin de o civarda olduğunu biliyorsa aklında hemen bir karşılaşma ihtimali belirir. Peki bu kişi bu ihtimali gerçekleştirmek için hangi seçeneği tercih etmelidir? Yavaş mı yürümelidir yoksa hızlanmalı mı? Postacılar Sokağına mı sapmalı yoksa Şişhane’ye doğru yürümeye devam mı etmeli? Yahut bir dükkânın önünde bir sigara yakıp dikilmeli mi saatlerce? İşte burada bu seçenekler arasında tercih edilenden ziyade tercih edilmeyenin pişmanlığı yaşanır. Çünkü şiddetli bir şekilde arzulanan şey mevzubahisse yalnız başınadır insan. Ki böyle bir durumda hayatın dinamiklerinin de arzulanan şeyin gerçekleşmesi doğrultusunda çalıştığını kimse iddia edemez mutlu sonla biten filmler dışında. Yani gerçekleşmesi imkânsız olan bir ihtimalin peşinde tercih edilen seçenek önemsizdir. Çünkü tercih edilen herhangi bir seçenek asla bir ihtimali gerçekleştirmez aksine keşkelerle helak eder insanı. Yani neyi tercih ederse etsin denk düşmez karşılaşmayı arzuladığı şeyle yahut kişiyle. İşte bu noktada hayat asla gerçekleşmeyecek ihtimallerin peşinde insanı seçeneksiz bırakan manasız bir şeydir aslında.

 

Siyah Palto, cadde boyunca yukarıya doğru yürüyordu. Havada bir is kokusu vardı. Dükkanların önünden yürümeye devam ediyordu. Tek tük yanan elektronik tabelalar haricinde çoğu dükkân karanlığa teslim edilmişti. Ki kapanmayan dükkanlarda ise gün sonu temizliği yapılıyordu. Ne kadar değişmişti her şey. Dükkanlar, tabelalar, otobüs durakları, kaldırım taşları, çöp konteynerleri… Zaman çoğu şeyi alıp götürürken yeni birçok şeyi ise aldıklarının yerine bırakmıştı. Ve bu yeniliklerin insanda yarattığı şey geçmişe özlemden başka bir şey değildi. Bu duygu ile doluydu insanlar. Geçmişlerine dair çok az şey hatırlayanlar dahil. O da bu insanlardan biriydi. Buraları çok iyi bilirdi. Çocukluğu geçmişti buralarda. Yürümekte olduğu bu kaldırımda ilk parasını kazandı yaz tatillerinde su satarak, mahalleden arkadaşı Gürkan ile bu kaldırımdan okula yürüdü, bu kaldırımda gördü ilk kez yan sokakta oturan saçları balıksırtı örgülü Derya’yı…

 

 Neredeyse varmıştı caddeden kendi evinin bulunduğu sokağa dönmesi gereken yere. Bir seyyar kokoreç arabası vardı sokağın başında. İs kokusu da bu seyyar arabadan geliyordu. Ne zaman işten dönse hep orada olurdu bu kokoreççi. Ne bir santim ilerde ne de geride. Arabanın üstünde kırmızı harflerle ‘’Öç Kokoreç’’ yazıyordu. Tezgâhı ve arabayı bekleyen kırık beyaz bereli adamın yüzünü aydınlatan lüks lamba yerli yerindeydi, araba dumana boğulmuştu fakat arabaya yaklaştıkça aşina olduğu bu şeylerin aksine birtakım farklılıkların olduğunu gördü. Seyyar kokoreç arabası genelde olması gerekenin aksine yola yamuk park edilmişti. Biraz daha yaklaşınca seyyar kokoreç arabasının başında duran adamın da olması gerekenden farklı olduğunu fark etti. Bir kere beresi kırık beyaz değil kahverengimsiydi. Aslında çok benziyorlardı ancak lüks lambanın aydınlattığı yüz kırık beyaz bereli adama göre daha genç ve diriydi. Öyle ki delikanlı olarak adlandırılabilirdi. Delikanlı kendisini bu kadar detaylı bir şekilde süzen adamı fark etti ve Siyah Palto, arabanın yanından geçerken ‘’Abi çok iyi kokoreçim var.’’ diyerek ona sataştı. Adam delikanlının kendisini fark ettiğini görünce kafasını önüne çevirip adımlarını sıklaştırdı. ‘’Abi be, siftah senden bereketi Allahtan olsun.’’ Adımlarını sıklaştıran adam delikanlının kendisine bir şeyler söylemeye devam ettiğini duyunca kulağında çalan şarkının sesini biraz daha yükseltti ve nihayet evinin bulunduğu sokağa döndü.

 

Kimdi bu delikanlı? Esas kokoreççinin oğlu mu? Peki esas kokoreççiye ne olmuştu? Hastalanmış mıydı? Muhtemelen. Babasından sonra evin en büyük erkek çocuğu olduğu için iş bu delikanlıya kalmıştı belli. Üniversitedeydi muhtemelen yahut bir lisenin son sınıfında hukuk kazanmak için çabalıyordu. Adil değildi hayır. Bu delikanlı şu an sınavına odaklanmalıydı. Peki ya ailesi? Ailesi ne olacaktı? Babası hastaydı. Annesi zengin bir ailenin şımarık veledine bakıcılık yapmak zorundaydı. Evde henüz okula başlamamış ikiz kardeşleri vardı. Neyse ki babaannesi hayattaydı da onlara bakıyordu. Yoksa annesi nasıl çalışsındı… Çalışmak. Evet Siyah Palto da çalışıyordu. İdealist davranarak tercih ettiği üniversiteden mezun olduktan sonra bir süre iş bulamayıp depresyona girmiş, bir akrabasının ‘’Sen sınava gir, biz senin işini hallederiz.’’ demesiyle ailesinin de baskısıyla idealistliği bir kenara bırakıp, ki bu böyle aşağılık bir duruma düşmesinde esas sorumlunun kendisi olmadığı anlamına gelmez, yoluna bakmıştı. Sınavda o kadar da başarılı olmamasına rağmen mevzubahis akraba hakikaten işini çözmüş, vergi dairesinde memur olmasına vesile olmuştu. İlk başlarda ara ara tuvalete gidip zeminin pis oluşuna aldırmadan klozetin karşısında diz çökmüş, kapağının kenarlarında kurumaya yüz tutmuş sidik damlalarını umursamadan klozete tutunmuş ve kafasını pis kokulu klozetin içine sokarak kusmuştu. Ne var ki zamanla bu iğrenç durumu ‘’olacağı varmış ki oldu, olacağı olmasaydı olmazdı.’’ diyerekten normalleştirmiş ve aldığı maaşa bakarak evinden işine işinden evine giden biri olmuştu. Zaman içerisinde annesi, babası ile mevzubahis akrabası ölmüş, ki muhtemelen akrabasının bu işi hallederken araya soktuğu ulvi kişilik de artık onlarla aynı yerdeydi, nihayette Siyah Palto bu gerçeklikle baş başa kalmıştı. Ha bu arada Siyah Palto, ömrü boyunca hiç kokoreç yemedi. Çünkü daha önce içinden bok geçen bir şeyin ne kadar temizlense de iflah olmayacağını düşünüyordu.

 

Evinin bulunduğu sokaktaydı. Daha önce bu eski apartman dairesinde annesi ve babasıyla yaşıyordu. Kardeşi yoktu. Babası ile annesini işe girdikten iki yıl sonra bir trafik kazasında kaybetmişti. O günden sonra işine daha bir sarılmış; evde televizyon açmamış, cep telefonunu kullanmaz olmuş, gerekmedikçe kimseyle konuşmamıştı. Evine yaklaşıyordu. Olacak olana ise evinden daha yakındı. Bir anda yolun ortasında durdu. Ellerini cebinden çıkarma isteği duydu ve çıkardı. Elleri uzun zamandır cebinde olmasına rağmen soğuktu. Kulaklıkta Aşık Reyhani’den Yenik Pehlivan çalmaya başladı. Sağında solunda apartmanlar vardı. Sağda olan apartmanlardan birini yıkmışlardı. O tarafa doğru döndü. Eskiden binanın olduğu yerde molozlar yığılmış ve bu yığının üstüne bir iş makinesi park etmişti. Yandaki binanın duvarında yıkılmış binadan kalan mavi renkte bir duvar boyası, bir banyonun beyaz fayansları ve gömme dolabın çürümüş tahta çerçeveleri vardı. Sokakta birçok bina yıkılıp yeniden yapılmıştı. Şu an yeni binaların olduğu yerlerde olan eski apartmanları anımsadı.  En altta bir bakkal peyda oldu, yukarıdan içinde bir miktar para olan hasır bir sepet sarkıtıldı, birkaç çocuk plastik bir topu kovaladı, iki çocuk bir ipi iki ucundan tuttu, iki teyze apartmanın kapısı önündeki merdivenlere kuruldu, yaşlı bir amca sokaktaki çocuklara bağırdı… Bu esnada aşağıdan dörtlüleri yanan 96 model bir Kartal SLX sokağa girdi. Siyah Palto hızla yaklaşan aracı fark etmedi. Belki de aldırmadı. Yaklaşıyordu… Yaşanmışlıklar. Yaklaşıyordu… İyi veya kötü. Yaklaşıy…Ve olacak olan… Ha bu arada Siyah Palto hayatında ilk kez Aşık Reyhani dinliyordu.  

 

Hasta olduğu için bir süreliğine babasının kokoreç arabası ile işe çıkan delikanlı, yarım ekmek kokoreci bir gazete kağıdına sarıp müşteriye uzattı. Müşteri yarım ekmekten bir ısırık aldı ve lokmasını çiğnerken ekmeğinin sarılı olduğu gazete kağıdındaki bir haberi okumaya başladı:

 

‘’…eşini doğuma yetiştirmeye çalışan Vahdet M. (24) ‘nin kontrolündeki araç İstanbul Bayrampaşa Kızılırmak Sokak’ta evine gitmekte olan kimliği belirsiz şahsa çarptı. Olayda hayatını kaybeden Vahdet M. İle kimliği belirsiz kişinin bedenleri kaza yerinin yaklaşık 20 metre ilerisinde bulundu. Olayda ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Saadet M. (23) ise tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.   Hayatta olduğu belirlenen anne karnındaki bebek ise ameliyatla alındı. Bebeğin durumunun iyi olduğu ve gözetim altında tutulduğu öğrenildi.’’


 *Bu öykü Mavi Yeşil dergisinin Kasım-Aralık 2024 tarihli 150. sayısında yayımlanmıştır.