13 Ocak 2022 Perşembe

Safsata

 

Denizin dingin sesi… usul usul kıyıya vuran dalgalar… bir kış günü, soğuk mu soğuk! Kayıklar kayıkhanelerine çekilmiş… Derme çatma bir kayıkhanede zeytin tenekesinden bozma bir sobanın sıcaklığı var. Ahşap duvarlarındaki raflarda sıralanmış, eski içki şişeleri… tavanı boydan boya kapatmış yer yer yırtılmış balık ağları…Ve sığıntı bir kayığın içinde üç delikanlı oturuyorlar. Cılız turuncu bir ışık aydınlatıyor tüm olanı biteni. Bir büyük tam ortaya konulmuş, küçük çay bardakları ise ona kulak vermekte. Balık da yer yer lafa karışıp meze oluyor Büyük’e. Velhasıl üç arkadaş oturmuş, demleniyorlar bu olan bitenin içerisinde. İçlerinden biri ‘’Aha Nur Yoldaş! Ses ver!’’ diye radyoyu gösterdi. Radyoya yakın olan olduğu yerden uzandı ve ses verdi Nur Ablaya:

 

‘’Meyhanelerde içer de sarhoşlardan ziyade

Yaraşır dostların meclisinde yarenler
Raks edip söylensin bu şarkı’’

 

Tam bu sırada sesi açtıran eşlik etmeye başladı şarkının nakaratına: ‘’Döne döne döne döne’’ Bir dahaki nakarat kısmında bu sefer ses veren de dahil oldu bu düete. Diğeri ise dalgın ve sessiz. Arada şarkı söyleyen dostlarına gülümseyip yudumluyor bardağını. Tatsız belli. Sesi açtıran şarkı söylemeyi bırakıp takıldı Diğeri’ne: ‘’Ne o, Karadeniz’de gemilerin mi battı! Keyifsizsin.’’ Bu sözü duyup şarkıya eşlik etmeyi bırakan radyoya ses veren cevapladı, Diğeri’ne fırsat vermeden: ‘’Kız meselesidir ne olacak! Yüz vermiyor buna hiç. Hem bizimki daha söyleyemedi bile ona.’’ Bunu duyunca bir kahkaha patlattı hafif çakırkeyif olmanın verdiği haletiruhiyeyle müziği açtıran ve ekledi: ‘’ Ulan Hamdi! Bilmez misin ki kadın gemiye uğursuzluk getirir, tabi batar o gemin.’’ Bunun üstüne bir kahkaha da radyoya ses veren patlattı ve kahkahasının ardından ekledi: ‘’Yalnız Ahmet! Hamdi’ninki de fena ha… felfena. O kız için bırak batırmayı gemiyi karadan yürütürüm valla.’’ Gülüştüler. Hamdi sessizliğini bozmadan yumruğunu sıkarak yerinden kalktı ve kayıkhaneden çıktı. Bu sırada Ahmet ve radyoya ses veren hem kahkahalarla gülüyor hem de Hamdi’nin arkasından Hamdi’ye çok alıngan olduğunu, ona sadece şaka yaptıklarına dair bir şeyler geveliyorlardı.

 

 Hamdi kayıkhaneden çıkıp denizin kenarına oturdu. Ve öylece uzaklara bakmaya başladı. Deniz simsiyahtı, hiçbir şey gözükmüyordu. Sessizlik hakimdi. ‘’Keşke daha cesur olabilseydim’’ diye söylendi içinden. Belki Muazzez’e olan aşkını itiraf edebilirdi bu sayede. Ki bu malumun ilanıydı. Ancak anlam veremiyordu, aşık olmak zaten başlı başına bir cesaret işi değil miydi? Öyleyse neden sevmedi onu Muazzez. Belki ona olan aşkını söyleyememişti yüzüne ama insan duymaz mıydı aşığın içinde kopan o sessiz çığlığı, dile gelmese de. Bazen çok fazla düşünürdü böyle, daha doğrusu konuşurdu kendiyle. Gerçi hep, bazen değil. Öyle ki söyleyemediklerini dünyaya haykırsa ilkel bir kabilede yaşayan sağır biri bile duyar anlardı bunca gürültünün arasında onu. Muazzez hariç. Sonra birden karanlığı gördü, gözleri alışmıştı geceye. ‘’Bu karanlık böyle iyi.’’ diye geçirdi içinden kendini avuturcasına, sanki az önce düşündüklerini hiç düşünmemiş, cesaretsiz oluşunun pişmanlığını yaşamamış gibi. İşte bu karanlığın her şeyi herkesten saklayan büyüsüne olan düşkünlüğü ve bu sessizlik hali onu cesaretten yoksun kılan. Ve bu cesaretsizliği, yaşayamama beceriksizliğinin en büyük müsebbibi. Aslında küçük bir ışık belirse bu karanlıktan; incecik, gözle görülmesi bile zor bir ışık… Kafiydi onun için. Zaten bu beceriksizliği ile hayatta kalması umudunu hiçbir zaman yitirmemiş olması sayesindeydi.

 

Hamdi bu sessiz karanlıktan gözünü kaçırarak hala yumruk halindeki eline baktı. Bütün öfkesi bu kadardı, bir avuca sığacak kadar. Yavaşça sıkılı olan elini açtı. Elini açarken bir ışık hüzmesi yansıdı parmaklarına ufuktaki karanlıktan. Yüzünü tekrar karanlıktan yana çevirdiğinde bir yıldızın saliseler içinde kaybolduğunu gördü. Saliseler sonra etraf tekrar karanlığa büründü. Hamdi cılız dalgaların kıyıya vurma sesini duydu. Rüzgârın elmacık kemiklerine kondurduğu bir öpücüğün bıraktığı kızıllığı duyumsadı. Üşümüştü, ne kadardır dışarıdaydı bilmiyordu. Ki kendiyle konuşmaya başladığında zaman algısını tamamıyla yitiriyordu. Hatta bazen nerede olduğunu unuttuğu dahi oluyordu. Neyse ki bu kez nerede olduğunu biliyordu. Ayağa kalktı ve kayıkhaneye doğru yürüdü.

 

            Hamdi kayıkhaneye girdiğinde Ahmet’in elinde bir altıpatlar vardı. Ahmet, Hamdi’nin içeriye girdiğini görünce radyoya ses verene ‘’Bak şimdi.’’ anlamında bir göz işareti yaptı ve ‘’Ulan Hamdi neredesin? Bak bi büyüğü devirdik sayılır.’’ dedi. Hamdi Ahmet’e karşılık vermeden oturdu eski yerine. Radyoya ses veren girdi bu sefer söze ‘’Yahu Hamdi çok takıyorsun böyle mevzuları, takma. Şurada arada buluşuyoruz zaten, eğlenmeyelim mi? Takılmayalım mı birbirimize?’’ Hamdi biraz daha sakin gözüküyordu. Kafasını salladı, suskunluğunu sürdürerek. Ahmet bir anda ayağa kalktı ve silahı Hamdi’ye doğrulttu: ‘’Konuşsana lan! Niye cevap vermiyorsun?’’ Hamdi altıpatlar ile burun burunaydı. Radyoya ses veren araya girdi: ‘’Ahmet! N’apıyorsun? İndirsene şu silahı! Bir kaza çıkacak.’’ ‘’Şşt kime diyorum.’’ Altıpatların burnunu hafifçe bir iki kere havaya kaldırıp indirdi Hamdi’yi işaret ederek Ahmet, sonrasında devam etti sözlerine: ‘’Geldiğinden beri bir iki kelime anca ettin. Ne zaman buluşsak aynı terane. Çağırıyoruz seni, diyoruz adamın keyfi yerine gelsin iki üç kadeh bir şeyler içelim. Bi gıdım bir şey içiyorsun. Tamam diyoruz sevmiyor tadını bu meretin, muhabbet edelim diyoruz. Karı gibi alınıp gidiyorsun. Konuşsana lan!’’ Hamdi gözlerini kırpmadan altıpatların ucundaki deliğe bakıyordu. Karanlık…

 

Ahmet elindeki altıpatları yavaşça indirdi. Hamdi ise gözlerini doğrudan Ahmet’in gözlerine dikti. Bu bakışa karşılık Ahmet ‘’Demek cesursun! Dışarıda biraz üşümek iyi gelmiş anlaşılan. Madem öyle yarıştıralım cesaretlerimizi. Bakalım kim daha cesurmuş’’ dedi. Ahmet altıpatların silindirini açtı, boşaltma çubuğuyla tüm mermileri boşalttı. Mermiler oturdukları kayığın içine dağıldı. Bir tanesi tam Hamdi’nin ayağının dibine düştü. Radyoya ses veren hayretle olanları izliyordu. ‘’Ahmet sarhoşsun! Tamam da anladı çocuk, daha ileriye götürme işi.’’ ‘’Sen karışma Taner!’’ dedi Ahmet ve cebinden çıkardığı bir mermiyi yuvalardan birine yerleştirir gibi yapıp göz kırptı Taner’e. Taner biraz da olsa rahatlamıştı. Ahmet silindiri kapattı ve çevik bir hareketle çevirdi. ‘’Rulet oynayacağız!’’ dedi Hamdi’ye.  Hamdi olur anlamında kafasını salladı. Soğukkanlıydı. Gerçekten de iyi gelmişti ona üşümek. Ahmet oturdu yerine ‘’Başlıyorum!’’ dedi ve şakağına dayadı altıpatları horozunu çektikten sonra. Gözlerini Hamdi’ye dikti ve tetiğe bastı. Silah ateş almadı. ‘’Tüh karavana!’’ dedi Ahmet, Taner’e bakarak. Taner ise zoraki bir şekilde sırıttı, halen tedirgindi. Altıpatları Hamdi’ye uzattı. Hamdi altıpatlara uzandı ve şöyle elinde bir baktıktan sonra şakağına dayadı namlusunu, horozunu çektikten sonra. Namlu sıcacıktı, normalde soğuk olması gerekirdi diye düşündü. Üşüyordu. Gözlerini yumdu. Bunu gören Ahmet, Taner’e bakıp sırıttı. Zihninde birtakım görüntüler dönmeye başladı Hamdi’nin. Küçükken okulun bahçesinde top oynayan çocukları gördü, daha sonra başka bir çocuk gördü kenarda yalnız başına oturmuş onları seyreden. Erkek olmasına rağmen mavi önlüğünün yakalığı oyalı olan bir çocuk. Kim bilir; belki ablasının eski yakalığıydı o, yenisini alamamıştı babası yahut annesi alırken yanlış bir yakalık almıştı ona. ‘’Hadi!’’ dedi Ahmet, ‘’Yoksa korkuyor musun?’’ diye de ekledi sonra. Hamdi bir anlık irkilmeyle tetiğe bastı. Ahmet kıkırdadı. Silah ateş almadı. Hamdi yumduğu gözlerini araladı, silahı indirdi ve ‘’Al!’’ diyerek Ahmet’e uzattı. Ahmet altıpatları alırken ‘’Hah şöyle! Biraz konuş bizimle.’’ dedi. Az önceki gibi horozu çekti, namluyu şakağına dayadı ve tetiğe bastı. Silah yine ateş almadı. Taner olan biteni nasıl izleyeceğini kestiremiyordu. Ne yaşıyordu? Bu neydi? Deli saçması…

 

            Hamdi Ahmet’in uzattığı altıpatları almadan evvel yere doğru eğildi. Doğrulduğunda horozu çekti ve namluyu şakağına dayadı. Gözlerini yumdu, yine aynı çocuk… kıkırdıyordu. Babasıyla bir yere gelmişlerdi. Bu yer ciddi olunması gereken bir yerdi, öyle söylemişlerdi ona. Öyle ki kıkırdamamak için alt dudağını ısırıyordu. Komik bir şey görmüştü yahut ona komik gelen normal bir şey. Kalabalığın ortasındaydı, insanlar bir adamın arkasında saf tutmuş belli başlı bazı hareketleri eda ediyorlardı. O da kaçamak bakışlarla takip ettiği yanındaki babasını taklit ediyordu. Hareketler son bulduğunda kalabalıktan bir herif yanına geldi ve kulağından tutarak yanağına bir tokat attı. O kalabalıkta kimse çıkıp da bir şey demedi, babası dahil. Hamdi gözlerini araladı. Altıpatları şakağından göğüs hizasına indirip diğer eliyle namlusunu tuttu. Şöyle bir bakış attı silaha. Ardından diğerlerine dönerek konuşmaya başladı. ‘’ Hayatta anlam veremediğim çok şey var!’’ dedi. Ahmet, Taner’e bu sefer ‘’Ne diyor bu?’’ dercesine baktı. Hamdi konuşmasını sürdürdü. ‘’Fakat bugün bir yenisi daha eklendi, bu şeylere. Rulet… Doğru olmayan bir şeyler var bu oyunda. Cesaret hususunda. Silah insana cesaret verir derler ya hani bu oyunda tam tersi oluyor. Silahı tutan el dehşete düşürüyor sahibini. Ha belki doğru değildir bu düşülen durum ama doğrudan daha gerçek olduğunu biliyorum. Çünkü ihtimaller doğuyor… İhtimaller değil midir hayatı gerçek kılan? Silahı şakağına dayadığın bu oyunda gerçekleşmemiş her ihtimal insanları daha kötü bir ihtimale doğru sürüklüyor. Tıpkı hayat gibi… Hayatım gibi. Hiçbir şeyi beceremedim. Birini seveyim dedim, beceremedim. Allah’a inanayım dedim, beceremedim. İyi bir arkadaş olayım dedim size, beceremedim. Ki en başta iyi bir çocuk olmayı dahi beceremedim. Hayatta hiçbir zaman doğru yerde olamadım. Doğru zamanda yaşayamadım. Doğruyu düşünemedim. İhtimaller üzerine düşündüm fakat bu ihtimallerin gerçekleşmesini sağlayacak cesareti kendimde bulmayı beceremedim. Korktum. Hayatım boyunca hep kötü ihtimalin gerçekleşmesinden korktum. Gördüm. Gördüğüm onca haksızlık ve zorbalığı içime attım. Duydum. Hayatıma müdahil olmaya çalışan insanların doğru diye iteledikleri safsataları duydum. Sustum. Söyleyecek bir sözüm olmasına rağmen sustum. Hissettim. Değmeyecek onca insana karşı yanlış hisler besledim. Bunca beceriksizliğe, korkaklığa, olamamışlığa rağmen hayattan tek bir beklentim vardı; sahip olduğum gerçekliği yitirmemek. Yitirdim. Şimdi şu anda elimde tuttuğum şu namlusu sıcak silahta gerçek olup da doğru olmayan bir şey var.’’ Hamdi bakışlarını altıpatlara çevirdi ve ‘’Gerçek olan silahın boş olduğu, doğru olmayan şey ise silahın boş olması.’’ dedi. Ahmet’le Taner şaşkın bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Bu sırada Hamdi ayağa kalkmış, altıpatların silindirini açmış, boş olan yuvalardan birine az önce yerden aldığı mermiyi yerleştirmişti. Her şey bir yıldızın kayarken gökyüzünde görünme süresi içerisinde gerçekleşmişti adeta. Hamdi çevik bir hareketle altıpatların silindirini çevirip horozu çekti, namluyu şakağına dayadı ve ‘’Artık doğru olanı yapacak ihtimaller üzerine düşünmeyip ihtimali yaşayacağım.’’ dedi. Ardından tetiğe bastı.  Karanlık… Hamdi tekrar horozu çekti ve tetiğe bastı. Karanlık… Hamdi tekrar horozu çekti ve tetiğe bastı. Karanlık…