Sanırım hepiniz Azrail’i tanırsınız. İşte bu adam Azrail’in insan bedeninde vücut bulmuş hali. Şurada az ilerdeki bankta oturan uzun boylu, diğer insanlara göre daha soluk benizli olan adam. İsmi… Aslında ismi, hikâyesi anlatılmazsa birine oldukça garip gelebilecek bir isim. O doğduğu gün babası ölmüştü. Annesi bu yüzden ona kendi kocasının ismini vermek istemişti ancak kendi annesi buna izin vermemişti. Annesi de bu yüzden oğluna kendi kocasının mesleğini isim olarak seçmişti. Gassal. Gassal Sal. Gassal, insanlara göre biraz farklıydı. Doğduğunda yetimdi. İsmi oldukça garipti. Boyu yaşıtlarına göre biraz uzun ve teni daha soluk benizliydi. Evet, şüphesiz bunlar onun diğerlerine göre farklı olmasında etkiliydiler. Ancak doğduğunda ona bir yeti verilmişti. Bir tanrı ona bir yeti kazandırmıştı. Ruhları bedenlerinden ayırabilmek… Gassal, uzun yıllar bu yetisinin farkında bile olmadı. Ta ki bu bankta bir süre dinlenmek için oturana dek.
Gassal bir süre dinlenmek üzere şehrin son parklarından olan Cansever Parkı’nda bir banka oturdu. Etrafı seyretmeye başladı. Az ilerisindeki oyun parkında çocuklar oyun oynuyordu. Anne-Babaları ise çimlere oturmuş piknik yapıyorlardı. Gassal, hayatı boyunca böyle bir an yaşamamıştı. Doğduğunda babası yoktu. Annesi… Şu anda ondan hiç bahsetmek istemiyordu. Çocukluğuna dair hiçbir şeyi hatırlamak istemiyordu. Annesi ona çocukluğundan kalan tek şeydi.
Dün gece annesini öldürdü Gassal. Gece bu banka gelip bir süreliğine dinlenmek için oturdu ve geceyi burada uyuyarak geçirdi. Sabah uyandığında telefonu çalıyordu. Telefonunun ekranında annesinin telefon numarası vardı. Telefonu açtı. ‘’Merhaba ben Komiser Ömer. Siz Gassal Bey olmalısınız. Doğru mudur?’’ dedi telefondaki ses. Gassal cevaplamaya çalıştı: ‘’Şey… Ihhh… Evet. Ben Gassal. Bir durum mu vardı komser bey? Niçin annemin telefonundan arıyorsunuz?’’ Komiser Ömer hızlıca vaziyeti anlatmaya girişti. Annesinin evinde ölü bulunduğunu, eve sabah kahve istemeye gelen komşularının vaziyeti kendilerine haber verdiklerini izah etti. Gassal: ‘’Tamam geliyorum komser bey!’’ dedi. Komiser Ömer dayanamayıp itiraz etti: ‘’ Gassal bey yalnız komser değil Komiser demenizin beni daha memnun edeceğini belirtmek isterim.’’ Gassal telefonu Komser Ömer’in suratına kapattı. Gassal banktan kalktı. Annesinin ölmeden önce kanepenin üzerinde ne kadar masum bir şekilde uyuduğu gözünün önüne geldi.
Bir anda kendini uyanık bir halde buldu. Uyandığında telefonu çalıyordu. Uyanmasının sebebi telefonunun çalması mıydı; hatırlamıyordu. Telefonun ekranındaki numara yabancı bir ülkeye aitti. Telefon koduna bakılacak olursa bu ülke Yunanistan’a aitti. +30……….. Gassal telefonu açtı. ‘’Merhaba Gassal. Beni tanıdın mı?’’ dedi telefondaki ses. Gassal: ‘’Yoo?’’ demekle yetindi yeni uyanmış oluşunun verdiği sersemlikle. ‘’Ben Thanatos. Ölüm tanrısı. Sen doğduğunda sana bir yeti bahşetmiştim. Ruhları bedenlerinden ayırabilmek… Artık bu yetini kullanmanın vakti geldi. ‘’ dedi telefondaki ses. Gassal, telefonu kulağından çekti ve ekranına ‘’Kim bu ruh hastası?’’ dermişçesine baktı. Sonra telefonu tekrardan kulağına koydu. ‘Than… At… Os… Bu ismi bir yerden çıkaracağım ama. Yok tanımıyorum.’’ diye karşılık verdi Gassal. Thanatos: ‘’ Ya nasıl bilmezsin! Ben ölümün vücut bulmuş haliyim…’’ dedi. Bir süre süren sessizlikten sonra Thanatos sözüne kaldığı yerden devam etti: ‘’Neyse şimdi seninle konuşmam gereken önemli bir mesele var. Bu akşam geceye doğru birinin ruhunu bedeninden ayıracaksın!’’ Gassal: ‘’Yani birini mi öldüreceğim?’’ diye sordu. Thanatos: ‘’ Bir nevi öyle! Şöyle düşün. Yeni bir ağaca yer açmak ve kışın yakacak odun için kesilmesi gereken çürümüş bir ağacın var olduğunu… Bu ağacı kesmek için bir oduncu gerekir değil mi? Sen zaten henüz doğmadan bir ölüm meleği olarak seçilmiştin. Ve artık bu yetini kullanmak için hazırsın. Bu akşam birinin canını alacaksın.’’ diye cevap verdi. Gassal telefonu Thanatos’un suratına kapattı. Birkaç dakika sonra telefona bir mesaj geldi: ‘’ İlk mevta adayın bu akşam 22.00 sularında kendi evinde eceliyle ölecek. Senin de orada olman gerekir. Herhangi olumsuz bir vaziyette derhal müdahalede bulunmalısın. O kadının zamanı doldu. Unutma onun ölümünün önüne geçemezsin. Eğer ki böyle bir şeye kalkışacak olursan onun daha çok acı çekmesine sebep olursun. Mevta adayının adı Sanem Sal. ‘’ Gassal şöyle mırıldandı: ‘’Anne?’’
Gassal bu ruh hastasının kim olduğunu bilmiyordu ve onun bu söyledikleri kulağına hiç inandırıcı gelmiyordu. Lakin onu saran bu endişe nedendi? Tamam, çocukluğundan beri oldukça evhamlıydı hatta doğduğundan beri. Biberonun sıcaklığını annesi en az iki kez kontrol etmeden ona katiyen dudağını bile sürmezdi. Şimdi ne yapacaktı? Annesini uyarmalı mıydı? Ama annesi daima ondan nefret etmemiş miydi? Ona sürekli ‘’Tıpkı baban gibi sorumsuzsun! Senin babanı da sevmezdim!’’ diyen annesi değil miydi? Yoo yoo… Sonuçta o annesiydi. Onu bu dünyaya o getirmişti. Gerçi hayatından pek memnun değildi ama yine de annesi onun hayatta kalması için çok uğraşmıştı. Hemen telefonundan annesini aradı. Ama bu çağrı sadece annesinin telefonuna yeni bir cevapsız çağrı eklemekten öteye gidemedi. Gassal: ‘’Daha saat onu on geçiyor. Biraz daha uyur daha sonra giderim.’’ diye düşündü ve kendisini ‘’Belki de arayan gerçekten bir ruh hastasıydı. Zaten bu Yunanlılar hep mistik değil miydiler?’’ düşüncesiyle ikna etti.
‘’Hey sen! Bu kanatları nereden aldın?’’ diye bağırdı sırtı dönük adam. Sırtında iki koca bıçak yarası vardı. Gassal ‘’Hangi kanatları?’’ dermişçesine adamın sırtına baktı ve bu durumun gerçekliğini öğrenmek için arkasına döndü. Gerçekten de kanatları vardı. ‘’Sen kimsin?’’ diye sorabildi adama. Sırtı dönük adam yüzünü Gassal’dan yana döndü. Gassal’ın deyimi yerindeyse ağzı açık kalmıştı. Bu adam tıpkı kendisine benziyordu. Sadece bir fark vardı. Tam elmacık kemiğinin üzerinde bir et beni vardı. ‘’Ben senin babanım!’’ dedi önceden sırtı dönük olan adam. ‘’Babam mı?’’ diye sorabildi Gassal ve ekledi: ‘’ Ama benim babam öldü.’’ ‘’Oğlum sen aptal mısın? Senin kanatların var değil mi?’’ diye sordu yüzü dönük baba. ‘’Evet.’’ diye onayladı Gassal. ‘’ O halde bir rüyadasındır eşek herif. Rüyalarda her şey olabilir. Ölüler rüyalarımızda yaşamaya devam eder. Rüyalar ölümlülerin ölümsüzlük iksiridir.’’ Bir süre süren sessizlikten sonra kafasını sağa sola sallayan baba: ‘’ Tamam neyse kafan karıştı. Thanatos ile konuştun mu?’’ diye sordu. ‘’Than… At... Os… Ha evet şu Yunan. Baba o cidden ölümün vücut bulmuş hali mi?’’ ‘’Baba mı? Daha önce kimse beni bu kelimeyle çağırmamıştı… Neyse Thanatos ölümün vücut bulmuş hali. Ölüm tanrısı. ’’ dedi biraz duygulanan baba ve ekledi: ‘’ Oğlum sen ölüm meleğisin. Ve ölümlüler diyarında senin gibi ölüm meleği olan nice varlık var. Ben de bir ölüm meleğiydim. Nice ölümlünün ölümüne şahit oldum. Kendi ölümüm dâhil.’’ ‘’Peki, baba ölüm meleğiyken nasıl ölmeyi başardın acaba? Ne yapmış olabilirsin ki?’’ diye sordu Gassal. ‘’Sevdim. Bu yeti her ne kadar karizmatik bir şey olarak görünse de bir lanet şahsımca. Ölüm tanrısı bazılarımızı seçer ve lanetler. Aksine seçilmiş olmak daima iyi bir durumu ifade etmez. Ve ben bu lanetten annenin ölümünü engelleyerek kurtuldum. Annen seni doğururken ölecekti. Thanatos bildirmişti. Sonra Thanatos şöyle buyurmuştu: ‘’Unutma bir ölümlünün ölümünün önüne geçemezsin. Eğer ki böyle bir şeye kalkışacak olursan ölecek olanın daha çok acı çekmesine sebep olursun.’’ Ve ben şunu anladım. Annenin ölümünün önüne geçmek istiyorsam ona ölümden daha acı verecek bir şey yapmalıydım ki ölümü unutsun ve yaşamını sürdürebilsin. Kendimi öldürmek. Şu an ikinizde hayattasınız çok şükür. ’’ diye cevapladı bilge baba. Gassal bir süre sessiz bir şekilde durdu; yutkundu. ’’ Baba? Than… At… Os… benden annemi öldürmemi istedi. ’’ Gassal’ın babası: ‘’ Hemen gitmelisin. Hemen! Hadi uç.’’ dedi. Gassal kanatlarını çırptı ve yükselmeye başladı. Yükseldikçe babası gözlerinde küçülüyordu. Gassal gökyüzünün beyazlığında kayboldu.
Sabah uyandığında telefonu çalıyordu. Telefonun ekranında annesinin telefon numarası vardı. Telefonu açtı. ‘’Merhaba ben Komiser Ömer…’’ Geç kalmıştı. Dün akşam annesi ölmüştü. Gassal banktan kalktı sırtında bir ağrı vardı. Belki de bir ağırlık. Cansever parkından çıktı ve annesinin evine doğru yola koyuldu. Annesinin evine vardığında Komser Ömer kapıda bekliyordu: ‘’ Hoş geldiniz! Gassal’dı değil mi?’’ dedi. Gassal kafasını aşağı hareket ettirerek onayladı. Evden bir kadın çıktı. Yüzünde beyaz bir maske vardı, burnunu ve ağzını kapatan; kafasında ise kırmızı bir bere. Tabi ki bunları Gassal fark etmemişti. Çünkü Gassal onu gördüğünde gözlerine takılı kalmıştı. Komser Ömer: ‘’ İşte annenizin ölümünü bize bildiren komşu da bu hanımefendi!’’ dedi. Gassal: ‘’Hııh?’’ diyebildi. Sonra kadının ona uzattığı eli sıktı: ‘’Başınız sağ olsun. Bu arada benim adım Hülya.’’ dedi komşu. Gassal kendine geldi: ‘’ Dostlar sağ olsun… Benim ismim de Gassal.’’ Komşu Hülya kıkırdadı: ‘’Beş Şehir diye bir film izlediniz mi?’’ Gassal şaşırmıştı. Şimdi böyle bir soruyu niçin sormuştu ki? ‘’Yoo.’’ diyebildi. Hülya Komşu ciddileşti: ‘’Kusura bakmayın. Anneniz ölmüştü. Kıkırdamam yanlıştı. Ben ölümü ciddiye alamıyorum da biraz. Hastane de her hafta bir arkadaşım ölüyor. İnsan ölümlülerin ölümüne şahit oldukça ölümlü olduğunun daha bir farkında oluyor. Bu yüzden ölüm onun için sıradan bir hal alıyor. ’’ Gassal bir şey diyemedi; Komşu Hülya da tekrardan eve girdi. Komser Ömer: ‘’ Hanımefendi lösemi hastasıymış.’’ dedi. Gassal sessizliğini korudu. Hülya Komşu ölüm meleği olabilir miydi?
Gassal’ın annesinin ölümünün üzerinden iki ay geçmişti. Gassal bu süre zarfında birçok ölüme şahitlik etmişti. Yaşlılar, çocuklar, bebekler, askerler, polisler, açlar, hastalar… İki ay içinde o kadar ölüm görmüştü ki gerçekten artık bir ölümlü olduğunun daha bir farkındaydı. Bu arada Komşu Hülya da ölmüştü. İntihar etmişti. Sırtında koca iki bıçak yarası vardı. Ölürken onun yanındaydı. Uzandığı sedyeden kanlar yere damlıyordu. Doktorlar kan kaybı demişti ama Gassal onun niçin öldüğünü biliyordu. Sevmişti. Gassal cenazeye Komiser Ömer ile gitmişti. Komiser Ömer ağlarken bir yandan da yakınıyordu Gassal’a: ‘’ İyileşmişti. Bunu bana niçin yaptı ki? ‘’ Bir hafta sonra o da intihar etti.
Gassal Ömer’in intihar ettiğini öğrendiği gün bir karar verdi. Bunun için geceyi beklemesi gerekiyordu. Herkesin uyuduğu vakitte kimsenin haberi olmadan yapmalıydı bunu. Gece vakti şehrin ilk parklarından olan Cansever Parkı’na gitti. Annesinin ölüm haberini aldığı bankın önünde buldu kendini. Gözlerini kapadı. Bunu yapabilirdi. Sadece yeteri kadar inanması gerekiyordu. Gözlerini açtı ve göğe doğru yükseldi. Uçuyordu. Gökyüzünden yeryüzüne baktı. Şehrin ışıkları kaybolana kadar uçtu ve artık onun yanındaydı; Thanatos, ölümün vücut bulmuş hali. Thanatos devasa büyüklükteydi; dört tarafı sonsuz bir beyazlık içinde kara bir tahtta oturuyordu. Thanatos şöyle seslendi: ‘’Gassal senin ne işin var burada?’’ kızgın bir yüz ifadesi vardı. Gassal ‘’Thanatos.’’ dedi. İlk kez ismini takılmadan söyleyebilmişti. ‘’Tanrılar ölebilir mi?’’ diye devam etti sonra. Thanatos kıkırdadı hatta bir kahkaha patlattı: ‘’ Tabi ki de tanrılar ölümsüzdür! Hele ki ben ölümün ta kendisiyim, ölümü öldürmek ne mümkün? ‘’ dedi kahkahasının sonunda. Gassal: ‘’ Peki ben sana bunun mümkün olabileceğini söyleseydim ne söylerdin?’’ dedi. Thanatos: ‘’ Ruh hastası… Sana ruh hastası derdim.’’ dedi. Gassal ‘’ Rüyanda görürsün de der miydin peki? ’’ diye sordu. Thanatos sırıtarak ‘’Elbette!’’ dedi. ‘’ O zaman bu rüyadan bir daha uyanamayacaksın.’’ dedi Gassal ve kanatlarının içine sakladığı bıçağı çekti. Thanatos bir süre duraksadı; daha sonra Gassal’ın elindeki bıçağı görünce gökyüzünde şimşeklere dönüşen kahkahayı patlattı. Bir süre sonra ise ciddileşti. Kara tahtından kalktı ve Gassal’dan tarafa tüm nefesini üfürdü. Gassal rüzgâra karşı direnen bir serçe gibi Thanatos’un nefesine doğru uçmaya çalıştı ancak bu yeterli olmadı ve epeyce bir geriledi. Yerde yatıyordu. Thanatos bir adım attı ve Gassal’ın yanına vardı: ‘’Sen aciz bir varlıksın. Bu şekilde bana nasıl karşı koyabilirsin ki?’’ dedi. Gassal gülümsedi, hiçbir şey söylemedi. Thanatos daha da sinirlendi. Ayağını kaldırarak yerde yatan Gassal’ın üzerine bastı. Gassal çevik bir manevrayla sıyrıldı ve Thanatos’un arkasına doğru uçtu. Tabi Thanatos’un cüssesi dolayısıyla manevra yapması biraz zordu. Yani Thanatos’un arkasına dönmesi biraz zaman alacaktı ve bu zaman Gassal’ın lehine olacaktı. Gassal oldukça ilerledi lakin bu mesafe Thanatos göz önüne alındığında fazla uzak değildi. Gassal Thanatos’u kontrol etmek için kafasını o tarafa doğru çevirdi. Thanatos dönmek üzereydi. Gassal bir şeye çarptı. Neye çarptığını bilmiyordu. Lakin çarptığı şey her ne ise Thanatos’un sendelemesine neden olmuştu. Gassal düştüğü yerden baktığında Kara Taht’a çarptığını anladı. Ve bununla Thanatos’u nasıl alt edeceğinin de farkına vardı. Gassal düştüğü yerden doğruldu ve elindeki bıçak yardımıyla tahtı parçalamaya başladı. Tahta her vuruşunda Thanatos küçülüyordu. En sonunda Thanatos küçücük kaldı. Gassal’ın serçe parmağı kadar. O kadar küçüktü ki Gassal az kalsın onu fark edemeyecekti. Neyse ki her taraf beyazdı ve Thanatos ise simsiyah. Gassal tahtın bir parçasını aldı: ‘’Bu da Kutsal Taht!’’ dedi ve Thanatos’un üzerine indirdi. Thanatos ölmüştü. Ve Gassal birçok ölümde olduğu gibi bu ölümde de görevinin başındaydı. Bir an büyük bir gürültüyle ortamın beyazlığı keskinleşti ve her şey görünmez hale geldi.
Gassal bir süre dinlenmek üzere
şehrin son parklarından olan Cansever Parkı’nda bir banka oturdu. Etrafı
seyretmeye başladı. Az ilerisindeki oyun parkında çocuklar oyun oynuyordu. Çocuklardan
birinin ismi Hülya; yüzünde beyaz bir maske vardı diğerinin adı ise Ömer’di. Bu
çocuklar aslında üç kardeştiler daha doğrusu hiçbir zaman üç kardeş olamadılar.
Çünkü üçüncü kardeş hiç doğmadı. Gassal. Sırtında iki koca bıçak yarası vardı.
Şimdi ise onları izliyordu. Bu bank onun için bu çocukları izlediği zamanlarda
büyük bir kutsallık ifade ediyordu. Çocuklar oyun oynuyordu; anne-babaları ise
çimlere oturmuş piknik yapıyorlardı. Gassal, hayatı boyunca böyle bir anı hiç
yaşayamamıştı…