Bulutların üzerinde bir çocuk yaşıyor
bilir misiniz? Dünyayı bir de oradan izlemek için tanrısına yalvardı. Ve
tanrısı onun bu isteğini kabul edip onun bulutlarda yaşamasını mümkün kıldı.
Şimdi o çocuğa kulak verelim. Bize anlatacak önemli şeyleri varmış:
‘’ Bir şehri izliyorum. Dünyanın
herhangi bir yerinde göğünden dumanların eksik olmadığı bir şehri. İnsanlar
sabah kalkıyor ve işlerine gidiyorlar. ‘ Zaman ‘ kaybetmeksizin koşa koşa
gidiyorlar işlerine. Vuslat gerçekleşiyor ve plazalarına varıyorlar. Kocaman
göğü delen plazalar. Gökdelenler. ‘’Şu gökdelenler de şehrin mezar taşları…’’
diyor Albert Camus. İlk başta fazla ciddiye almıyorum ama olanları gördükçe
şahitlik yapabileceğim bir tabir oluveriyor bu. İnsanlar şehir adını verdikleri
bu mezarlarda bir günü öteki günüyle bir olan günleri yaşıyorlar. Sıradanlık,
insan ruhunu ölü bedenlere esir ediyor. İnsanlar, sadece resmi evraklarda
yaşıyorlar.
‘’ Her sabah bir gün doğarken bir
gün de eksilir ömürden…’’ diyor Ömer Hayyam. Zaman, masumane görünen hızlı
adımlarla insanları eskitiyor. İnsanlar ise bunun hiç farkında değilmişler gibi
çalışıyorlar mezar taşlarında. Şehir, yorgun insanlar imal ediyor. Şehir
yürüyen ölülerle dolup taşıyor. Çalış-tüket mantığıyla şehrin bir ucundan öteki
ucuna gidip geliyorlar bu sırada bir yerde barınma ihtiyacı duyuyorlar ve hiç
ölmeyecekmiş gibi ‘165 ay’ taksitle bir ev satın alıyorlar kendilerine ‘en’
yenisinden. Dört duvar. Sanırım hayvanat bahçeleri bu yüzden varlar; insanların
‘insanat bahçelerinde’ yaşadıklarını unutmaları için. Unutmaları ve ölmemeyi
başarıp ‘165 ay’ boyunca taksit ödemeleri için.
Oysaki hayat yalnızca bunlardan
ibaret değil. Muhayyile var. Yani hayal edin diyorum. Sanılanın aksine yalnızca
çocuklar hayal etmez. Herkes hayal edebilir. Çocuklar çok iyi hayal ederler
sadece. Abartmayı severler. ‘’ Bence su içmek bile abartılmalı.’’ Diyor Özge
Baykan bir kitabının sonunda. Abartmalıyız, çünkü bir şeyler bırakmalıyız, dört
duvar dışında. Sevmeliyiz; akabinde şiirler, şarkılar, hikayeler, senaryolar
yazmalıyız. Çünkü sevmek de abartmak da bunlarla daha güzel. ‘’ Seversem
abartırım.’’ Bir filmde karşıma çıkmıştı bu tabir. Sevmek, tahayyüle sebep
olur; tahayyül ise sevmeye. ‘’ Muhayyile aracılığıyla sevmeksizin kişi salt
aklı aracılığıyla nasıl aşık olabilir ki?’’ diye soruyor Dücane Cündioğlu.
Son olarak şunları söylemek
istiyorum, bir çocuk olarak. Hayal edin çünkü muhayyile var. Aşık olun çünkü
aşk var. Ve abartın istediğiniz kadar. Hiçbir zaman bırakmayın sımsıkıya
sarılın hayallerinize. Çünkü sizi farklı kılan hayallerinizdir. Ben öyle
yaptım.’’
Çocuk, son kez bulutların üzerinden
dünyaya baktı ve şöyle söyledi: ‘’Tanrım sonsuz teşekkürler. Ben hayalimi
yaşıyorum, büyük bir bedeli olduğunu bile bile. Ruhum senindir; bedenim ise
yağmurların. Şimdi sen! Yağmur! Yağabildiğin kadar yağ! Yağ ki hayallerim
yağmur damlalarıyla birleşsin ruhlar bedenlerle. Yağ!’’
Çocuk, dünyayı izlemeye devam etti
ve insanların bu hallerini gördükçe ağladı da ağladı.