12 Mart 2016 Cumartesi

Bir Çocuk

Bulutların üzerinde bir çocuk yaşıyor bilir misiniz? Dünyayı bir de oradan izlemek için tanrısına yalvardı. Ve tanrısı onun bu isteğini kabul edip onun bulutlarda yaşamasını mümkün kıldı. Şimdi o çocuğa kulak verelim. Bize anlatacak önemli şeyleri varmış:

            ‘’ Bir şehri izliyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde göğünden dumanların eksik olmadığı bir şehri. İnsanlar sabah kalkıyor ve işlerine gidiyorlar. ‘ Zaman ‘ kaybetmeksizin koşa koşa gidiyorlar işlerine. Vuslat gerçekleşiyor ve plazalarına varıyorlar. Kocaman göğü delen plazalar. Gökdelenler. ‘’Şu gökdelenler de şehrin mezar taşları…’’ diyor Albert Camus. İlk başta fazla ciddiye almıyorum ama olanları gördükçe şahitlik yapabileceğim bir tabir oluveriyor bu. İnsanlar şehir adını verdikleri bu mezarlarda bir günü öteki günüyle bir olan günleri yaşıyorlar. Sıradanlık, insan ruhunu ölü bedenlere esir ediyor. İnsanlar, sadece resmi evraklarda yaşıyorlar.

            ‘’ Her sabah bir gün doğarken bir gün de eksilir ömürden…’’ diyor Ömer Hayyam. Zaman, masumane görünen hızlı adımlarla insanları eskitiyor. İnsanlar ise bunun hiç farkında değilmişler gibi çalışıyorlar mezar taşlarında. Şehir, yorgun insanlar imal ediyor. Şehir yürüyen ölülerle dolup taşıyor. Çalış-tüket mantığıyla şehrin bir ucundan öteki ucuna gidip geliyorlar bu sırada bir yerde barınma ihtiyacı duyuyorlar ve hiç ölmeyecekmiş gibi ‘165 ay’ taksitle bir ev satın alıyorlar kendilerine ‘en’ yenisinden. Dört duvar. Sanırım hayvanat bahçeleri bu yüzden varlar; insanların ‘insanat bahçelerinde’ yaşadıklarını unutmaları için. Unutmaları ve ölmemeyi başarıp ‘165 ay’ boyunca taksit ödemeleri için. 

            Oysaki hayat yalnızca bunlardan ibaret değil. Muhayyile var. Yani hayal edin diyorum. Sanılanın aksine yalnızca çocuklar hayal etmez. Herkes hayal edebilir. Çocuklar çok iyi hayal ederler sadece. Abartmayı severler. ‘’ Bence su içmek bile abartılmalı.’’ Diyor Özge Baykan bir kitabının sonunda. Abartmalıyız, çünkü bir şeyler bırakmalıyız, dört duvar dışında. Sevmeliyiz; akabinde şiirler, şarkılar, hikayeler, senaryolar yazmalıyız. Çünkü sevmek de abartmak da bunlarla daha güzel. ‘’ Seversem abartırım.’’ Bir filmde karşıma çıkmıştı bu tabir. Sevmek, tahayyüle sebep olur; tahayyül ise sevmeye. ‘’ Muhayyile aracılığıyla sevmeksizin kişi salt aklı aracılığıyla nasıl aşık olabilir ki?’’ diye soruyor Dücane Cündioğlu.

            Son olarak şunları söylemek istiyorum, bir çocuk olarak. Hayal edin çünkü muhayyile var. Aşık olun çünkü aşk var. Ve abartın istediğiniz kadar. Hiçbir zaman bırakmayın sımsıkıya sarılın hayallerinize. Çünkü sizi farklı kılan hayallerinizdir. Ben öyle yaptım.’’

            Çocuk, son kez bulutların üzerinden dünyaya baktı ve şöyle söyledi: ‘’Tanrım sonsuz teşekkürler. Ben hayalimi yaşıyorum, büyük bir bedeli olduğunu bile bile. Ruhum senindir; bedenim ise yağmurların. Şimdi sen! Yağmur! Yağabildiğin kadar yağ! Yağ ki hayallerim yağmur damlalarıyla birleşsin ruhlar bedenlerle. Yağ!’’

            Çocuk, dünyayı izlemeye devam etti ve insanların bu hallerini gördükçe ağladı da ağladı.