Hayatıma bir çok insan girdi ve çıktı, haberim olmadan. Benim için hayatımı kalabalıklaştıran insanlardı onlar. Severdim bazılarını, çokta şımartmadan. Değer verirdim, sırlarımı paylaşırdım onlarla; ayrılık vaktinin geldiğini haber veren geminin düdüğü ötene kadar. Sonrasında ise el sallardım, kıç tarafında ‘’Uzay’’ yazan geminin ardından.
‘’Ayrılık ve Uzay mı?’’ diye soruyor Uzay Gemisi’nin yolcularından biri,
meraklı ve muhalif olanından. Geminin kaptanı ve yaratıcısı ise cevabını
bildiği bir soruyla karşılan öğrenci edasıyla cevaplıyor:
Ayrılık vakti geldiğinde Uzay Gemisi’nin düdüğü, hüzün dolu bir sesle çağırır yolcularını. Artık yolcuların zamanı dolmuştur, hayal dünyamın sınırları içerisinde. El sallarım, gözlerim buğulanır, ağlarım. Büyük bir boşluktayımdır artık, uzay boşluğunda. Yolcu ederim yolcu arkadaşlarımı, paranın hüküm sürdüğü gerçek dünyaya doğru. Sonrasında yürümeye başlarım uzay boşluğunda, kıçında ‘’Uzay’’ yazan geminin ardından. Uzun ve yorucu bir yolculuğun başlangıcı olacaktır bu yürüyüş.
Kalabalığa karıştığımda insanlar beni tanıyamaz hale
geldi. Ki zaten tanınmaz haldeydim. Kendi kendimi bulmak bile zordu artık benim
için. Kaybolmuştum kendi benliğimde. Onlarca, binlerce belki de milyarlarca yıl
önce ayrıldığım yolcu arkadaşlarım, onlarca, binlerce hatta milyarlarca yıl
sonra boşlukta kalmama neden oluyordu, içinde kaybolduğum kalabalığa rağmen.
Uzay Boşluğu!