Pazar sabahı. Pazar sabahı kahvaltısı. Hemen ardından kanallar arası olağanüstü bir yolculuk arayışı içerisinde televizyonun karşısında buluyorum kendimi. Kanal listesini açmak amacıyla OK tuşuna bastım. 1 numara, klasik, TRT 1; her Pazar sabahı izleyicileriyle buluşturduğu western filmlerinden birini gösteriyor. 2 numara, TRT 1’i takip eden; daha çok hava durumunu öğrenmek için açtığım TRT 2; sabah haberlerini canlı olarak ekrana getiriyor.(Hemen değiştiriyorum, bu kadar öldüğümüz yetti artık!) 3 numara, bir aralar TBMM’den canlı kickbox müsabakalarını gösteren TRT 3; özelden genele doğru bir gelişme göstererek Türkiye’nin spor haberlerini ekranlara taşıyor. 4 numara, Türk Halk Müziği’nin ekrandaki bildiğim tek yüzü olan TRT 4; minik PEPEE’nin horonuyla merhaba deyiveriyor Pazar sabahına. ( Şahsi bir fikirdir ki eskiden televizyonda verilen çizgi filmler daha güzel ve eğlenceliydi. Ninja Kaplumbağalar, Road Runner, Yugi-oh, Beyblade, Pokemon, Woody Woodpecker şuanda aklıma gelenler…) 5 numara ve sonrası kanallar insanların kişisel zevklerine göre sıralanmaktadır. Benim 5 numaram, Pazar günleri genellikle Türk sinemasının yeni komedi filmlerini yayınlayan Kanal D; yine bir Türk Komedisini daha ekranlara taşıyor. Benim 6 numaram, bir dönem Pazar banyosu sonrası kaçırmadığım Şahane Pazar’ı yayınlayan Show TV; paparazzilik konusunda üstün başarılar elde etmiş Pazar Sürprizini ekranlara getiriyor. Benim 7 numaram, AT TV, özür ATV; final yapmış dizilerinin bölümlerini yayınlıyor. Benim 8 numaram, Star TV; reklamlara denk geliyor ve kanallar arası olağanüstü yolculuğuma Az sonra diyerek bir ara veriyor.( Reklamları izliyorum, ama satın almıyorum.) Birazdan kanallar arası olağanüstü yolculuğum tekrardan başlıyor. Benim 9 numaram, son dönemin sürpriz kanalı Kanal 7; eski bir Türk filmi yayınlıyor. Benim 10 numaram, Ronaldinho’nun golleri kadar ibretlik olmasa da,
İbretlik hikâyeler yayınlayan nam-ı diğer STV, Samanyolu TV; yine yeniden ibretlik bir hikâyeyi ekranlara taşıyor. Benim 11 ve 12 numaralarım, sırasıyla Çay TV ve Kaçkar TV; yöresel müziklerle kulağımın pasını siliyorlar. Benim 13 numaram, Türk televizyonlarının halaybaşısı olarak kabul gören Flash TV; sevdiğim bir sanatçı Ferdi Tayfur’un başrolde yer aldığı Çeşme filmini ekranlara getiriyor.
İzlemeye başlıyorum. Filmin bir yerinde, Ferdi’nin sevdiği kız olan Ceylan’ın başka birisiyle evlenmeye karar verdiği sahne, duvarda asılı bir Mona Lisa tablosu görüyorum. Oldukça şaşırıyor ve en son bu kadar şaşırdığımı Kanal 7’nin Yüzükler Efendisi serisini yayınladığında olduğunu hatırlıyorum. Mona Lisa Ferdi Tayfur hayranı olabilir mi diye soruyorum kendime. Sonra salak salak konuşma diye cevaplıyor kendimi diğer kendim. Sonrasında kendim ve diğer kendim oturup bir senaryo yazıyoruz Mona Lisa’nın gülüşü hakkında. Ama aynı zamanda hem öğrenciydik hem de bir kıza âşıktık ikimizde.
‘’ Mona Lisa, büyük bir Ferdi Tayfur hayranıdır. Mona Lisa o gün evden çıktığında oldukça dalgındı. Evinin yakınında bulunan küçük parka doğru yürüyordu.-Şükürler olsun ki henüz bu parka beton bloklar çakılmamıştı- Mona Lisa evinin yakınında bulunan küçük parka dalgın dalgın yürürken, eli fırça tutan Leonardo onu gördü. Leonardo’nun gözleri onun üzerinde asılı kalmıştı. Onda mükemmel fırça darbeleri görüyordu. Leonardo, evinin yakınındaki küçük parka doğru dalgın dalgın yürümekte olan Mona Lisa’yı, heyecanlı ve çok dikkatli bir şekilde takip etmeye başladı. Mona Lisa küçük parka vardığında bir bank buldu ve oturdu. Dalgın dalgın ileride bir noktaya bakmaya başladı. Leonardo ise çoktan Mona Lisa’yı fırça darbeleriyle tuvaline resmetmeye başlamıştı. Saatler sonra Leonardo Mona Lisa’yı kısmen fırça darbelerine çevirmişti. Mona Lisa sanki her şeyden haberdar bir model misali hala dalgın dalgın ileride bir noktaya bakmaya devam ediyordu. Leonardo, Mona Lisa’nın yüz hatlarını çizmeye başlamıştı. Neredeyse bitmişti. Tam o sırada bir yerden Ferdi Tayfur’un sesi geldi. Evet, Ferdi Tayfur’un Sabahçı Kahvesi adlı parçasıydı bu. Mahallenin gençlerinden birine ait bir Doğan görünümlü Şahin SLX’den geliyordu bu ses. Mona Lisa’nın yüzünde ki ifade bir anda değişiverdi. Garip bir hal aldı. Dalgınken büyük hayranı olduğu Ferdi Tayfur’un sesini duyduğunda heyecanlandı, mutlu oldu bir yandan da arabeskin hüznünü tattı. Duygular arası karmaşıklık yaşadı. Garip bir şey oldu. Biz de anlamadık. Sonra ortaya böyle spekülasyon yaratacak bir yüz ifadesi doğdu. Valla büyük adam şu Leonardo dedi diğer kendim. Saçmalama dedim diğer kendime; büyük olan Ferdi Tayfur diye de ekledim sonra. Sustum. Sustu.’’
Kanallar arası olağanüstü yolculuğuma devam
etmek için OK tuşunun altındaki aşağı tuşuna bastım. Benim 14 numaram…
Televizyon kapandı. Ayağa kalktım, televizyonun sırtına vurmak için.( Seri
öksürükler attığımda annem de benim sırtıma vururdu, onun etkisi sanırım.
Annemin boğazımdan akide şekeri çıkartmışlığı var sırtıma vurarak. Valla büyük
kadın şu annem. Neyse…) Sonra televizyonumun tüplü olmadığı aklıma geldi, yani
arkası yoktu. Çaresizdim. Annem de çaresizdi. Sonra farkına vardım ki
elektrikler kesilmişti. Sorunun sigortada olmadığından emin olmak için
pencereyi açıp karşı apartmana bakma gereksinimi duydum. Gündüz olduğu için bu
formülün tutmayacağını anladım. Ama yine de şansımı denemek istedim. Pencereyi
açtım. Dışardan kedi sesine benzer bir ses geldi. Kedi midir bilmem ama vaşak
olmadığı kesin dedim kendi kendime. Kedi çaresizdi. Vaşak da çaresizdi. Kendim
ve diğer kendim de…
